Halil Demir – İlk Yalnızlık | Öykü

Halil Demir – İlk yalnızlık

İlk okulda, ilk gün…

Kara, kapkara önlüklerimizle hizaya geçtik, birkaç çağrı ve zilin ardından. Sonsuz telaşlı gözün olduğu çocuk bahçesi gibi bir okulda, ilk günümüzdü.

Taze fidanlar, yeni dikilmişti bahçeye.

Can suyumuzu henüz almadığımızdan belki de oradan oraya koşup durduk. Tedirgin yüzlerle, acemi hareketlerle masumiyeti kovalıyorduk. İlk saatlerin mahcubiyeti, son hızda duraksız bir haylazlığa dönüştü henüz ilk ders başlamadan bile.

Yorulunca birden olgunlaşıp meyve vereceğiz. Acı ve tatlı meyveler… Kimi hüzün, kimi hayat dolu birer anı bırakacak geriye. Tadı damağımızda kalacak anlar, kim bilir belki yıllar sonra yazılmış bu hikâye gibi hüzün dolu olacak her şey.

Podyuma çıkanların kendini beğenmiş hali içindeydim. Aldığım en güzel çantanın keyfiyle içim içime sığmıyordu.

Başım yukarıda yürüyordum. Havalı modellerin kötü bir kopyası ama kendinden emin ve kararlı… Çantamın desenlerini bütün çocuklara gösterme çabasıyla yürüyüşüm gitgide daha da tuhaflaştı.

Halil Demir - İlk Yalnızlık | Öykü - halil demir ilk yalnizlik 1

Kız kardeşim Fatoş, yine her zamanki alaycılığıyla bana bakıp güldü. Durmadan laf soktu. Çimdik bile attı, hem de birden fazla. -Kendine gel aptal, dedi. Ona kulak asmadan çantamı herkese gösterdim.

Kimsenin çantasında “Uçan Kaz” yoktu. Morton’a binip beyaz bulutları yırtan Nils’in heyecanıyla koridor boyunca sayısız kere gidip geldim. En yükseklerde uçuyordum. Zirvelerdeydim yani.

Fatoş, heves kaçıran bir ‘abla’ gibi peşimde, ne zaman arkamı dönsem bana hemen dilini çıkaracaktı illa.

O olmasa -kim bilir- hangi uçurumları deneyeceğim? Takibinde olduğumdan, kıyıdan uzaklaşmaya korkan bir deniz aşığı gibi kaçamak dalışlar yaptım. Sesini her duyduğumda ise güvenli bir limana yanaşır gibi duruldum.

Dalgalar ve fırtına beni her korkuttuğunda kanatlarımı açıp Fatoş’un sesini bekledim. “Kara göründü!” diyen tayfanın sesiyle güvende hissettim kendimi. Ondan uzaklaşsam, biliyorum, kaybolacaktım.

Fatoş’un dokunuşları beni keskin uçlardan korurdu. Yoksa bir balon gibi sönebilirdim.

Fatoş’un heves kırıcılığı sayesinde okulun ne kadar saçma olduğunu hemen kavradım. Fakat yine onun sesiyle, o kara önlükleri üzerimden atıp yüksek duvarları aşabilirdim.

Boş koridora bile bağıran öğretmenlerden hemen uzaklaştım. Asık suratlı çocuklara karşı daha sert olmam gerektiğini de anlamıştım. Her duvarda bir söz vardı, anlamadığım. Her köşede ters bakan bir devlet büyüğünün resmi…

Morton, beni sarp bir yamaca, kalabalık bir sınıfa bırakıp uçmuştu.

Öğretmen… İlk Öğretmen, epey geç gelmişti. Bütün çocuklar ilk pozu verecek olmanın korkusuyla sessizce beklemiştik. Sessiz ve uslu olmak okulun en büyük numarasıydı.

Bizi susturmaya gerek kalmayınca, Öğretmen yapacak başka şeyler buldu. Koca sınıfta bir kız ve erkek çocuğunun beraber oturduğu öndeki sırada, ben ve Fatoş yan yanaydık. İlk Öğretmenin yaptığı ilk iş, ikimizi ayırmak oldu.

Fatoş kızlardan birinin yanına geçti hemen. Halinden memnundu. Ben ise yerimde kaldım. Sınıfın ortasında tek başıma kaldım. Sınıfta, okulda ve bütün dünyada yapayalnız kaldığımı anladım o an. Oyunun dışında kalınca, kimin ebe olduğunun bir önemi kalmadı. Eminim, Fatoş yanımda olsa bana bir çimdik atardı, kendime gelirdim.

Yanımda şimdi ne Morton vardı, ne de Fatoş! Okulda yeni şeyler öğrenmeye başladım hemen:

Beni kazlar getirmemiş; Morton, gerçek değildi. Karton kahramanlar kimseyi kurtarmayacak…

Okul gerçek bir hayal kırıklığı idi. Öğretmen, bütün hayallerimi kara tahtada sildi daha ilk derste. Bir daha söz almak istemiyorum.

Sabah, okula dünyayı keşfetmek için koşmuştum. Sınıfta en güzel çantamı unutarak eve döndüm. Bulutlara bakmak yerine taşları saydım, yol boyunca. Kanatlarımın aslında olmadığını fark edince işe yaramaz ellerimi de cebime sakladım.

Güneş batınca çöken karanlık, bir daha dağılmadı.

 

Yazarın bu öyküsü de ilginizi çekebilir: Galatea

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu